Vakitsiz, insansız, imansız bir çağdayız. Vakitler ölü, insanlar ruhsuz, imanlar sahte. Ne olacak bu hâl?

Cami bahçeleri, şehirler, sokaklar; dünyanın, insandan ibaretliğine rağmen, ne kadar da boş olduğunun kanıtıymışçasına karşımızda duruyor. Onların içindeyiz, onların yüreğindeyiz; ama, sanki büyük bir boşluk hissiyle beraberiz oralarda. İnsan var, insanlar var; ama, insanlık yok. Ölümlü dünyanın, ölümsüzlüğüne kapılmış gibi yaşıyoruz çünkü.

Yazık ki hepimiz bir dünya telaşı içindeyiz. Doğrusu, yaşam bu kadar telaşı kaldırmaya izin vermez. Bir düşünelim: Şu kısacık ve üstelik bize yalnızca tek bir kere bahşedilmiş olan bu hayatta, ne uğruna yaşıyoruz biz?

Doğuyoruz. Büyüyoruz. Ardından, okula başlıyoruz. Lise, üniversite derken, ölene değin sürecek bir iş hayatı içine itiliyoruz. Evelallah, her halimize şükür; ancak, insan düşünmeden edemiyor: Hayat, bu mu? Üstelik, tüm bu boş amaçlar uğruna zamanımızı ve ruhumuzu heba ederken, zamanın ve ruhun asıl sahibinden habersiziz. Evet, hepimiz.

Sözümona, hepimiz günahkârız. Doğruyu ve yanlışı tam anlamıyla da bilemiyoruz; bilsek de uygulamaktan imtina ediyoruz. İnsan, bu bilinmezliğin tam orta yerinde, bir sağa, bir sola debelenip kahroluyor maalesef. Ancak, ne kadar bilinmezlerde yaşasak da, neyin doğru olduğunu tam olarak bilemesek de bildiğimiz bir şey var. Sanıyorum ki o da, salt dünyevi arzularla sürdürülen bir hayatın, malayani ve koskocaman bir hatadan ibaret olduğudur.

Vesselam.

Enes Çakmak Avatar

Published by

Categories:

Yorum bırakın