Yazmayı, yalnızca başkalarıyla iletişim kurmak olarak değil; bizzat kendimle konuşmak ve kendi kendime de bir şeyler anlatmak bağlamında değerlendirdiğim için, okuduğum ve öğrendiğim bilgileri tekrar etmek maksadıyla, bu yazıyı kaleme almak istedim. Konu, yeniden BDT. Yani, Bilişsel Davranış Terapisi.
İnsanların çoğu, yalnızca ağır ruhsal sıkıntı çeken kişilerin psikolojik araştırmalara ve tedavilere ilgi ve ihtiyaç duyduklarını düşünme eğilimindedir. Lâkin, iyi bilinmektedir ki, kişi, kendisini olduğundan daha iyi, daha huzurlu hissetmek istediği için de bu konularda yazılmış kendine yardım kitaplarından, araştırmalardan ve tedavilerden faydalanmak isteyebilir. İşte ben de bu düşüncenin ekseninde, Bilişsel Davranış Terapisi’nin bize ve yaşantımıza ne gibi katkıları olabileceği üzerinde düşünmek istiyorum.
BDT, özünde, “Bir konu hakkında ne düşünürsen, öyle hissedersin.” cümlesiyle özetlenebilecek bir terapi yöntemidir. Bu cümle üzerinden hareketle, BDT uzmanları, kişinin, hayatını olumsuz etkileyen, kendisiyle ve çevresiyle alakalı düşüncelerinin farkına varması için çalışmaya başlarlar. Lâkin mühim olan yalnızca kişinin bu düşüncelerin farkına varmasını sağlamak değil, düşüncelerindeki çarpıtmaları, yani mantıksal hataları anlamasını ve eski düşüncelerini, daha doğru, daha gerçekçi olanlarıyla değiştirebilmesini sağlamaktır.
Daha önceki yazılarımdan birinde, kişiyi bu şekilde olumsuz etkileyen ve adına çarpıtılmış inanç da denilen düşüncelerdeki mantık hatalarından bahsetmiştim. Burada, onlarla alakalı tekrar konuşmak istemiyorum. Ancak, yazı başlığına ithafen, BDT tekniklerini kullanarak, gündelik hayatta nasıl daha huzurlu, sakin ve iyi hissedebileceğimiz üzerine birkaç tavsiyede bulunmak istiyorum.
Kendimizi depresif, kaygılı veya kötü hissettiğimiz zamanlarda, hangi durum ve koşul olursa olsun şu soruyu sormak zorundayız: Şu anda beni böyle hissettiren sebep nedir? Bu soru, hiç şüphesiz, kötü hissetmemize neden olan düşüncelerimizin ana kaynağına bizi yönlendirecektir. Ardından, ulaştığımız düşünce üzerinde, belki de o an gerçekleştireceğimiz zihinsel bir sorgulama, olumsuz hislerimize sebep olan o düşüncenin etkisini yitirmesine kapı açabilir.
Örneğin, yapmamız gereken ama bir türlü yapmaya yetkin olduğumuzu hissetmediğimiz bir iş olduğunu hayal edelim. Şüphesiz bu durum herkeste olduğu gibi, bizde de gerginlik, kaygı ve endişe doğuracaktır. Çünkü, bir yandan yapmamız gerekiyor ancak diğer yandan da onu yapmaya yetkin hissetmiyor, bir kıskacın içinde debelenip duruyoruz. Bu noktada bizi engelleyen ve rahatsız eden şu düşünceye ulaştık diyelim: “Ben, bu işi yapamam. Yeterli değilim.”
Bu düşünceye, daha gerçekçi bakmaya çalışıp, onu sorgulamaya kalkarsak, kendimize çarpık bir biçimde baktığımızı keşfederiz. Bu düşüncenin doğru olup olmadığını sorgularken ulaştığımız bazı cevaplar, bunu ispat etmektedir:
- Bu işe başlayan hiç kimse, yeterli hissederek başlamamıştı. O halde başlamak için yeterli olmama gerek yok.
- Herkes gibi ben de deneyerek yapabilirim.
- Kimse tam anlamıyla bu işi bilerek yapamaz. Herkesin eksiği vardır. Mühim olan çaba sarf etmektir.
- Bu işi yapamayacağıma inanarak, hiçbir şey yapmadan, kendime bu şekilde eziyet etmenin bana bir faydası olmaz.
- Başlangıçta yeterli olduğumu hissetmediğim çoğu işte başarılı oldum.
- Kimse tam anlamıyla yetersiz olamaz, benim de bu konuda yapabileceğim çok şey olabilir.
Hülâsa, ben burada sadece tek bir örnek üzerinden hareket ederek, hayatımızı bir kıskacın içine sokan ve körü körüne inandığımız çarpıtılmış düşüncelerimizle, nasıl başa çıkabileceğimizi ve kendimizi, eski halimizden nasıl farklı kılabileceğimizi izah etmek istedim.
Gündelik hayatta, bazı zamanlarda düşüncelerimizi yazarak; yazmaya imkân bulamadığımız zamanlarda da zihin dünyamızda sorgulayarak, bu düşünme biçimini bir alışkanlık haline getirmek, hiç şüphesiz hepimiz için faydalı olacaktır.
Unutmayalım ki hislerimizin asıl kaynağı, düşünme biçimimizdir. Düşünme biçimimizi değiştirmek, hayatımızı kökten değiştirebilir.
Vesselam.