Ey ben, beni bırak. Beni, şehrin hangi viranelerinden toplayacaksan, öylece; yağmurların tınısından, penceremde yansımalardan korkarak bırak. Bir can borcun var bana; bir yaşam, bir anlam borcun. Kendimce gülümsemediğim her anın telafisi olacak bir borç. Beni sürüklediğin her yangından çıkmak ve düşürdüğün her kuyudan kurtulmak istiyorum çünkü.
Senelerce bana, ben, dedirtmedin hiçbir zaman. Her daim başkaları dedin bana; başkalarının hayatını yaşamalısın, başkalarının hayalleriyle beslenmelisin ve onları memnun etmelisin. Ah ki bana bundan daha büyük bir kötülüğü, kim reva görebilirdi senden başka?
Bilirsin ki beni korkak dostlara ve acımasızlara götüren sendin. Bana merhamet etmeyen ve üzerimdeki ölü toprağı senelerce besleyen, bana gül bahçeleri vadeden de sendin. Şimdi kendime uzanan şefkatli bir el, şimdi göğsümde tomurcuklanan tazecik bir nefes olsam ve şehrimin en ıssız sokaklarında kaçsam senden? Ansızın, karşıma çıkmış bir şarkı ve belki de bir şiir gibi bulsam kendimi yeniden?
Ancak vakitler doldu, vakitler ölüme çalıyor. Beni düşünmeyen sendin, ey benliğim, senden kurtulacak olan da benim nihayet. Seni, tüm yanlışlarınla geçmişe gömdüğüm ve nihayet kendime eriştiğim dolunaylı gecelerimden kovduğum an, ölümün saf ruhunu çek içine; ölümün, hak eden herkesi bulan korkusuyla, sessiz ve sedasızca, çekil benden, çekil tüm yüreğimden…