Dün Foucault’un bir röportajını okurken karşılaştığım güzel bir cümle beni derinden etkiledi. Hatırladığım kadarıyla gazeteci şöyle bir soru yöneltiyor: “Şimdilerde yazdıklarınız ile eskiden yazdıklarınız arasında çelişkiler var. Bundan rahatsız oluyor musunuz?” Bu sorunun üzerine Foucault şöyle bir cevap veriyor: “Rahatsız olmuyorum. Bu benim yazdıklarımla narsistik bir bağ kurmadığımı gösterir. (Etkileyici kısmı da tam da burasıdır. Ve devam eder..) Eskiden öyle düşünüyordum ve bunların artık bir önemi yok.”
Şimdi, okumanın yalnızca metindeki cümleleri anlamaktan ibaret olmadığını; satır aralarında gizlenmiş düşünceleri anlamak ve onlarla daha önceden öğrendiğimiz bilgiler arasında bir ilişki kurmak olduğunu da düşünürsem, bu cevabı psikoloji üzerine yaptığım okumalarla ilişkilendirmem sağlıklı olur diye düşünüyorum.
Hepimiz dönem dönem bir şeyleri başarmak, kurmuş olduğumuz hayalleri gerçekleştirmek için ufak da olsa çaba sarf ederiz. Ancak mükemmeliyetçi düşünce yapısına sahip olan insanlar, hedeflerine ulaşmaya çalışırken, diğer insanlardan daha fazla sorunla mücadele etmek zorunda kalabiliyor. Yapmak için, çalışmak ve çaba sarf etmek zorunda olduklarını biliyorlar ama zihin dünyaları genellikle en ufak hatalara, rezil olma ve küçük düşme korkusuna ve belki de farkında olmayarak, gelecekte taşımak zorunda kalacakları bir pişmanlığın endişesine esir oluyor. Bir noktada bu kişilerin, hata yapma korkusu duyduğunu da söyleyebiliriz.
Yukarıda belirttiğim cümlenin etrafında bu durumu değerlendirirsek, bu tür kişilerin kendilerine şu soruları sormaları faydalı olur diye düşünüyorum: Ben neden kendimle, çabalarımla, başarılarımla yahut hayallerimle narsistik bir bağ kuruyorum? Yani, neden kendimi onlarla anlamlandırıyor, onların değerimi belirlemesine müsaade ediyor ve hatasız bir kul olma gayretiyle yaşıyorum? Benim değerimi belirleyen şeyler onlar mıdır yahut çabalarım, iradem, isteklerim ve hayallerim doğrultusunda gösterdiğim yaşama cesareti midir?
Bu sorular istemsiz de olsa kişiyi bir içgörüye yönlendirecektir; yönlendirmiyorsa bile illa ki düşündürecektir. Neticede, belki de gerçekten idol olarak tanımladığımız, daha doğrusu idealize ettiğimiz kişilere bile baktığımız zaman, onların da hayatlarının hatalardan ibaret olduğunu ve ne kadar hata yaparlarsa yapsınlar, kendilerini öyle kabul edebilme cesaretini üstlendiklerini görüyoruz.
Yazının sonunda, kendi adıma şu tavsiyeyi de verme ihtiyacı hissediyorum: Psikolojide, tüm korkularımızı ve kaygılarımızı yenebilmenin etkili yollarından bir tanesinin maruz bırakma yöntemi olduğu söylenir. Yani, kaçındığımız şeye kendimizi maruz bırakmalıyız ki aslında onun o kadar da kaygı verici olmadığını görebilelim. O halde, hata yapmaktan korktuğumuz her konu hakkında, bile bile hata yapmayı göze almadıkça ve hata yapsak dahi bunu kabullenip tekrar denemedikçe, o konu bize her daim stresli hissettirecektir.
Ne demiş ünlü şair Kolera: “Hata yapmaktan korkan Kolo, hata üzerine hata yapar.” 🙂
Selametle.