Çoğu zaman, Allah’ın insanoğluna ilham yoluyla vahyettiğine dair okuduğum bazı dini rivayetlere güvenerek, ansızın aklıma gelen fikirlerimi önemsiyor, onları irdeliyor ve ders çıkarmaya gayret gösteriyorum. Bu minvalde, öğrenmem gereken ne vardı da ben bu düşünceye kapıldım, sorusuyla iştigal etmek; dermansız bildiğim hangi derdimin hangi çaresinin bana öğretildiğini irdelemek, cevapları bulamasam dahi bana huzur ve rahatlama veriyor.
Malumdur ki mevsimlerden sonbahardayız. Varlık, kendini öldürme ve diriltme teşebbüsü içerisinde. Ölüm ve dirim, böylesine yan yana gelmişken; ben, buğulu penceremden kahveye çalan yeşiller tablosunu seyre daldığım bir anda, yaşamımı ve kendimi sorguya çekiyordum ki, allahualem, bahsi geçen ilhamvari düşüncelerden birisiyle irkildim.
Bir yandan pişmanlıklar, hatalar ve günahlarla; diğer yandan da geleceğe dair ümitvâr fikirlerle kuşatılmış insanoğluna, belki de haydi haydi söylenmekte olan ve çoğu kimselerce de bilinen bir düşünce olabilir bu. Ancak bilinmelidir ki, her düşüncenin, herkes için ayrı ayrı tayin edilmiş bir zamanı vardır. Bahsini ettiğim düşüncem, şöyle özetlenebilir: Geçmişteki hatalardan dolayı pişman olmanın yersizliği.
Şöyle bir bakalım kendimize: Hangimiz tam anlamıyla mükemmel, günahsız ve tabiri caizse dört dörtlük insanlarız? Hangimiz, cennetin kapılarını henüz bu dünyadayken ardına kadar açabilmiş hasletlere haiz kalabildik? Bilmiyoruz. Pekala, o halde yaşamın her zerresinde birbirini tamamlayan bu kadar zıt varlık mevcutken, her varlık zıddıyla kâim oluyorken doğrusu, aynı bakış açısını bizatihi kendimize yöneltmek abesle iştigal etmek olur mu hiç?
Demem o ki, eğer ki kendimizi pişmanlıklarımızın pençesinde hissediyor ve sürekli suçluyorsak; tam da bu noktada, belki de yaptıklarımızın tekâmül sürecimizde gerçekleşmesi gereken eylemler ve iyi yanlarımızı mevcut kılan büyük destekler olduklarını düşünmek, sanıyorum ki bu konuda izlenebilecek en faydalı yol olacaktır.
Unutmamak gerekir ki neticede hepimiz insanız ve hatalardan ibaretiz. Bir noktadan sonra, kendi varlığımızla barışabilmek maksadıyla bile olsa, geçmişimizi, hatalarımızı ve noksanlıklarımızı tastamam kabul etmek cesaretini göstermek; hiç şüphesiz ruhsal sağlığımızı da olumlu yönde etkileyecektir diye düşünüyorum. Son olarak, sözlerimi tasavvufi kaynaklarda da okuduğum, düşüncelerimi daha açık ifade edebilmemi sağlayan şu güzel söz ile bitirmek istiyorum:
Küfrü hakiki olmadan, imanı hakiki olmazmış.
Selametle.