Bir tarafta Michelangelo’nun freskleri, Picasso’nun eşsiz tabloları; diğer tarafta güzellemelerden ibaret şiirler, romanlar ve daha niceleri. Sanat, büyük bir hazine ve dolaysıyla büyük bir miras. Ben, Aliya İzzetbegoviç’in “Doğu Ve Batı Arasında İslam” adlı eserini okumadan evvel, sanatı yalnızca ruhsal bir arayış, dış dünyanın teknik bağlarından sıyrılma arzusu olarak değerlendiriyordum. Ancak, insan olarak değerimizin sorgulanmaya başladığı o an; o ilk kutsal sorunun sorulduğu an, sanatın da cevaba dahil edilmesi, tüm fikirlerimi istemsizce değiştirdi.
Sanatkâr olmak yahut sanata meyilli olmak, insan olmak bakımından ne ifade ediyor? Aliya, din ve sanat arasındaki bağlantıyı şu minvalde bir söz ile açıklamaya çalışır: “Din, öteki dünyaya açılan kapı ise sanat da öteki dünyaya açılan penceredir.” Hal böyleyken, özellikle ilkel insanlardan günümüz insanlığına doğru incelemelerde bulunarak dikkatlice düşünürsek, mağara duvarlarına çizilen resimlerin, ilkel müzik aletlerinin ve taş ve çakıl vasıtasıyla üretilmiş aksesuarların, nihayetinde de günümüz modern zamanlarında üretilen sanat eserlerinin, hep bir ağızdan bize bu gerçeği haykırırcasına kendilerini sergilediklerine şahit oluruz: Sanatın, insanın anlam arayışı neticesinde gerçekleştirildiği gerçeğini.
Önceki yazılarımdan birinde, ilkel insanın mağarasında güvende olduktan sonra ansızın “Ben neden buradayım?” sorusu ile cebelleştiğini söylemiştim. İlk Çağlardan itibaren süregelen bir varoluş sorgulaması… Aliya, henüz yukarıda verdiğim örneklerle beraber, sanatın, dinin yoldaşı ve “Ben buraya ait değilim!” diyerek isyan eden insanoğlunun isyanının yansıması olduğunu söyleyerek; sanat vesilesiyle, yaşadığımız dünyayı süslemeyi ve asıl vatanımıza benzetmeyi dilediğimizi ifade eder: Cennete.
Ezcümle, bu bakış açısıyla düşünmeye başladığım zaman; yeryüzü üzerinde meydana getirilen her türlü sanatsal faaliyet ve sanat eserinin, istemsiz bir biçimde Allah’a yakınlaşmayı arzu etmek ile eş değer olduğunu düşünmeye başladım. Burada dikkatle düşünülmesi gereken ancak gözlerden kaçırılan esas mesele ise, herhangi bir sanatsal uğraş içinde olmayan kimselerin de gün içerisinde, bir manzara karşısında yahut ruhu dinlendirecek güzel bir müzik eşliğinde hissettiği o yoğun ve geniş sakinliğin de böyle bir anlamı olduğudur.
Hepimiz, farkında olmaksızın bu hissiyata kapılırız ve sakinleşiriz. Ve sonrasında, bilerek ya da bilmeyerek aynı düşüncelere sevk oluruz: “Burası benim evim değil, ben asıl yurduma gitmek istiyorum, cennete.. Eğer ki şimdi oraya gidemiyorsam, burayı ona benzetmeliyim veya ona benzediğini hayal etmeliyim.“
Bunu da ancak sanatla gerçekleştirebiliriz.
Vesselam.